Var Olmak!
-“Sen kimsin?” diye bir soru ile karşılaştığınızda küçük bir sessizlik anı oluşur. O küçücük zamana o kadar şey sığdırırsınız ki düşünceler fırtınaya döner. Cevabınız geciktikçe fırtınanın şiddeti daha da artar.
-“Görüyorsun ya benim işte!” diyesiniz gelir ilk anda; ama kendinizin kim olduğunu en doğru nasıl söylerim diye düşünürken, arka plandaki fırtına dinmez.
-“Gerçekten ben kimim?”
-“Ben kendim miyim?” gibi sorular ardı ardına gelir, düşüncelerin istilasına uğrarsınız. Bir anda cevap yetiştiremezsiniz ve öylece kalakalırsınız!
-“Aynadaki silüet ben miyim?” soruları, iyice işi karıştırır…
Normal hayatın akışında hiç akla gelmeyen sorular yağmur gibi yağmaya devam eder. İlk baştaki iki kelimeden oluşan küçücük cümlenin, neleri tetiklediğinin analizini yapamaz duruma gelirsiniz. İçinizde cevap olarak bir şeyler mırıldanırsınız. Fırtınanın şiddeti azalmaya başlayınca, “var”lığın anlamı kafanıza takılır; ama ardından “Boşlukta yer kaplayan şey, mevcuttur.” Bilgisi iyice karışıklığa sebep olur, o zaman;
-“Mevcut muyum, var mıyım?” sorusu gelir aklınıza. “Mevcut”un elle tutulur, gözle görülür hal olduğunu düşününce; -“Boşlukta kapladığım kadar mıyım?” sorusu gelir aklınıza ve -“Evet, mevcudum.” dersiniz. Eylemsel hareketlerinizin kaynağı aklınıza gelir ve gözle görünmeyen bir şey olmalı diye düşünürsünüz; enerji. Hissettiğiniz enerjinin ne kadar, nereye, nasıl uygulanacağının bir yöneteni olmalı diye düşünürsünüz; bilinç. “Var”lığın ne olduğunu düşünmeye başladığınızda ise işler daha karmaşıktır. Bilinç, “var”lığın düşüncedeki değeridir. Düşüncenizdeki ederinin farkındaysanız, enerj vardır. Farkında değilseniz, yoktur.
Platon’a göre “var”lık; “Akılla kavranabilen, değişmeyen, kendi kendinin nedeni olan gerçektir.” Bu tanımın “İdeal” tanım olmasının nedeni; kendi kendinin nedeni olmasıdır. Düşünceler, birbirlerini tetikleyerek başka düşünceleri doğurduğu için boyutu ölçülemez. Bu boyutsuzluk, “var”lığın düşünce okyanusunda yüzmesi gibidir. Boyutsuzluk, bilinç ve farkındalık eleğinden geçirildiğinde potansiyel enerjinizin farkına varırsınız. İnsandaki bir başka okyanus ise duygudur; ama “ideal var”lığın dışında kalır; çünkü duyguların değişkenliği, düşüncedeki “var”lığa etki etmez.
Düşünce boyutunda her zaman çatışır olmaları, gerçek “var”lığın “ideal varlık”la arasındaki benzeşmeyi önler. “Gerçek var”lığın mevcudiyet hacmi kısmen değişken iken düşünce boyutundaki “ideal varlık” boyutsuzdur.
İnsanın iç dünyasında yer alan “Kendi” ile “Ben” arasındaki ilişkiyi çözmek kolay değildir. “Kendi”nizin biraz içte olduğu hissedilse de her zaman “Ben” duruma el koyacak güçtedir. Nasıl “Ben” olduğu süreci, düşünceyi sıkıştırmaya başlar. “Ben”in derinliği arttıkça sorgulamaların da artması, içsel yolculukta sıkıntıya sebep olur. Günlük hayatın içindeki çelişkiler, üzüntüler ve olaylar, tıpkı rüyada “Şuur”un pençesinde hissedilen sıkıntılı hallerin insanı mutsuz olarak uyandırmasına benzer. Uyanınca -“Oh be rüyaymış!” demek gibidir.
“Var”lık hissi, insanın “ben”i ile “kendi”ni barıştırır. “Ben”nini “Kendi” olarak gören insanın yaşam enerjisi her zaman üst seviyede olacağından, başarıya ve mutluluğa daha kolay ulaşacaktır.
-“Ben”i tanıyor muyum?”
-“Ben”im, nasıl oluştu?” soruları peş peşe sıralanırken daha da şiddetlisi gelir akla;
-“Beni, ben yapan ne?”
-“Diğer insanlardan farkım ne?” soruları yetmez;
-“Ben var mıyım?” sorusu, yaşanan hayatın sorgulamalarını arttırır. Nefes aldığın hayata “bi dakka” demek gibi bir şey! Gittikçe soru yağmurlarından bunalan insan, sığ düşünmesinin yetmeyeceğini anlayınca; kendini daha da acımasız sorgulamaya başlar. Sorguladıkça “kendi” ile “ben”i arasındaki ilişkiyi gözden geçirmeye başlar. Kendi hayatında “var” olduğunun hissi, derin bir nefes aldıracaktır; ama ya yoksa? İşte o zaman ne hayatın tadı vardır ne de nefes almanın derin mutluluğu!
“Var” olmanın muhteşem hissi aslında bir başkaldırıdır. Yaşama kafa tutmaktır. “Var”lık hissinin farkındalığı bir rest çekme enerjisidir. Sonunda çıkılan yer ise “Hiçlik” zirvesidir. Orada, “Ben”i “Kendi” olarak hissetmek; düşünce fırtınalarına ve toplumsal zıtlaşmaların yarattığı sosyal baskıların şiddetine karşı koymak kadar “var” olmak mıdır? “Var” oluş sürecinin yamaçları diktir. Kendini bulma sürecini yönetmek ve başarmak, hayatın en dik yamacıdır; tırmanmak ise güç ister – inanç ister.
Benlik ve varlık sorgulamaları, her zaman aklını karıştırır insanın. Kendini arama, kendisini sorgulama ve “iyi insan olabilme” sürecini inatla sürdürülebilme bilinci, çok değerlidir. S. Ahmet Arvasi’nin “Kendini Arayan Adam” kitabında, insanın kendini nasıl aradığını okuyunca, “var”lığın düşüncede olduğunu fark etmiştim. İnsanın çocukluktan başlayarak beslendiği çevre ve öğrenim hayatının “kendini bulma” süreci, “var”lık bilincinin ana tetikleyicisi rolündedir. Bu zorlu yolda kendi kimliğini, ilmek ilmek örerek bazen iğne ile kuyu kazarak, bıkmadan usanmadan oluşturma bilincinin aslında hayatın olmazsa olmaz enerji kaynağı olduğunu çok geç anlarsınız.
İnsan düşüncesindeki “var” oluş sancısı, hayatın hem anlamını hem de ederini belirler. Bunun farkındalığı ile tüm yaşamsal verilerin nasıl elde edileceğinin de ipucunu verdiği anlaşılır. Zor gelse de kimliksel sürecin sancılı evreleri, sadece ara istasyonlardır. Bu algılandığında “var” olmak için daha çok yolun olduğu anlaşılır. “Var” olma amacı anlaşılmadan tüm yaşamsal değerler ve durumlar, insanın hizmetine sunulmaz. Elbette yaşamsal donanımları elde etmenin yokuşları dik olacaktır. Bu yokuşların bireysel donanımların tamlığı ile aşılabileceği angılandığında; yaşama kafa tutup, tüm yaşamsal kazanımları hayatına katma şansının bulunabileceği de anlaşılır. İşte bu anda “var”lık bilincinin, aynadaki görünen silüetin mevcudiyetten öte derinliğini de fark edersiniz. Artık yaşam size, istediğiniz yaşam ortamları sunmaya başlayınca kendi ederinizin farkındasınız demektir.
-“Bir sabah uyandığınızda, aynada gördüğünüz silüeti ne kadar tanıyorsunuz?”
-“İç benliğinize inebiliyor musunuz?”
-“Yoksa inmekten korkup, yarı yolda kaçmaya mı çalışıyorsunuz?”
Sizin gerçek varlığınız, aynadakinden ötede bir yerdedir. Ne kadar farkındasınız ya da değilsiniz, kimse bilemez; ama asıl olan şey, onu kendinizle barıştırmaktır. Kendi gerçekliğinizi eksiklerinizle birlikte “kabul” etmenizin belki de “var” olmanın tek kuralı olduğunu bilmeniz, zaferinizdir. Üstelik bu farkındalık, yaşamınızı sorgulamanızı da sağlayacaktır.
Tüm çevrenizi istediğiniz gibi yönetir, istediğiniz gibi oyalarsınız; ama ya kendinizi? Kafanızı kırcalayan deli soruların ertelenme sürecinin son anı geldiğinde, çok geçtir artık. Kendini sorgulamak aslında insanın en büyük cesaret gösterisidir. Bu gösterinin hazzından yoksun kaldığınızda, başkalarının zafer gösterisinin seyircisi olursunuz!
Tarihin tozlu sayfalarından Immanuel Kant; “Aklını, kendin kullanma cesaretini göster!” diye haykırmaktadır. Bu cesaret, başlangıç noktanız neden olmasın? Seni “kendin” yapmanın cesaretini veren deli de olsa o düşünceyi keşfettiğinde; ona sıkı sıkı sarılmak gerekmektedir. Bu bilince ulaştığın gün, yaşamsal donanımları elde etmen gerekirken elde edemediğini düşününce, seni ne kadar aşağı çeker biliyor musun? Aklını kullanarak, kendini sorgulama becerisine ulaşman gerekecektir.
“Var”lık bilincinin oluşmasıyla elde ettiğin farkındalığın, başkaları tarafından sana uygun görülen yaşamsal durumları, bireysel donanımınla istediğin şekle döndürmeni sağlayacak enerjin olacaktır. Bu enerjiyi başkasından beklediğin gün, yaşamın tokadını yemeye hazır olman gerekir. Değerin, başkasının bilinciyle ölçülmediğinde “var”sın demektir.
Kendi “var”lık sürecinizin zorluklarını göze almanız dileğiyle…
Ahmet Bayındır
Eğitim ve Davranış bilimci
İlişki ve Evlilik Danışmanı
Yaşam Koçu
Yazar