Algı & İletişim & İkna Kardeş mi?

16.03.2024
A+
A-
Eğitim ve Davranış Bilimci, İlişki ve Evlilik Danışmanı ve Yaşam Koçu

Algı, “mantığı, duyguya çevirmek” olarak tanımlanır. Duyu organları aracılığı ile duyulan, görülen, hissedilen ve tadılan bir şeyin bedendeki tezahürüne her insan farklı tepki verdiği için davranış şekli de aynı olmaz. Davranışa giden yolun zor bir yol olduğu düşünüldüğünde; histen başlayıp düşünce ve duyguyu geçerek yapılacak olan davranışın onayı için beynin kapısını çalan, algıdır. Algının gücü oranınca davranış onaylanır. İletişim ve algı eylemleri, iknaya ulaşmak için yapılır. Algı, duyular aracılığıyla tetiklenerek beyne ulaştığında; potansiyel bir güç ortaya çıkar. Bu güç, ikna kapısını açar ve ikna gerçekleşir.

Algının yönetilmesi, güçlü iletişim teknikleriyle gerçekleşirken akıl ve deneyimin karşıt eylemleri etkisiz kalır. Hedef kitlenin veya insanın görüş ve davranış şeklini değiştirmeye yönelik eylemler, davranışa giden yolu açarken sempatinin etkin kullanılması işleri kolaylaştıracaktır. Algının etkinliği, iletişimi güçlendirerek iknaya giden yolu açan greyder gibidir. İnce ayarları ile oynanmış bir algı eylemi, iletişimin daha güçlü gerçekleşmesini sağlar. Duyudan gelen uyaran ne kadar güçlü olursa, algı daha hızlı gerçekleşecektir. Kişisel özellikler ve geçmişte yaşanmış deneyimler, algı sürecine karşıtlık oluştursa da kullanılan dilin yumuşaklığı, gerçekliği ve inanırlığı başarı şansını güçlendirir. Etkileyen duyunun, ilgi çekici olmaması ise başarı şansını azaltacaktır; ama merak uyandırması bile olumsuzluğu ortadan kaldırır. Örneğin kişinin çok merak ettiği bir düşünce veya ayrıntı içeren bir konuşmaya tanık yapılması, son derece etkilidir. Hele bir de merak ettiği bir konu ise dikkat yoğunlaşır. Ortamın dışında olduğundan rahatlıkla düşüncesini, konunun içindeymiş gibi değerlendirebilecektir. Yüz yüze olan bir diyalogda, egonun azgınlığı gereği kabullenemediği bir eksikliğine, dinlediğinde rahatlıkla empati yapabilecektir. Doğruluğu, o anda düşünülme gereği duyulmadığı için algının yolu rahatlıkla açılabilecektir.

Kabullenme ve ikna etmede etkili bir yöntem olduğundan, etkilemek istediğiniz insanın dinleyici” yapılması, insanın zaafları arasında sayılmaktadır. Elbette kişinin inanış, düşünce ve yaşam şekline zıtlıklar varsa aynı sonucu vermeyecektir; ama sorgulama yapma gereği duyulmaması empatiyi devam ettirecektir. İlitişimin etkinliği ile kabullenilen düşünceler ile mücadeleye giren akıl ve algı, çoğu zaman ego duvarını aşamadan geri döner. Düşüncelerdeki tamamlanmayan eksik parçaların olduğu hissi ise bireyin dinleyici yapılarak tamamlanmasına ego engel olmaz. Kesin inanç değerlerinin tartışılmasında bile zaman zaman müdahil olma girişimi etik değerlere takılınca uzak durma eğilimi ortaya çıkar. Dinlenenlerin bilgi dışında olması, kabulü kolay hale getirerek ikna gerçekleşebilecektir.

 Kaynaklarda geçen “Algılama biçimi veya etkisi, zaman içerisinde değişir ve yeni gelen bilgilerle sürekli beyinde yenilenir. bilgisiyle algının değişebileceği ortaya çıkmaktadır. “Yaşanılan çevreden gelen bilgiler, bilgi bankasında birikir; beyin, bunları algı olarak sunmaya başlar.”  bilgisi ise algının, yaşam şekli ve ortamı ile de doğrudan ilişkisini ortaya koyduğunu anlıyoruz. Dıştan gelen bir duyu gerekmeksizin kendi içinde değerlendiren insan; algılarını değerlendirebilecek ve kendi dışından gelen etkenlerle oluşabilecek algıyı, engelleme veya yönlendirme becerisine sahip olabilecektir. Doğru bilgi ve donanımla ulaşılan algı, kişinin yaşamına doğrudan etki eden güç haline gelebilecektir. Algının etkinliği oranında yaşam, kökten değişebilecektir. Algı değiştirmek, uzun ve dikenli bir yol olsa da güçlü duyu etkileriyle bu yol kat edilebilecektir. Algısının değişmesini isteyen insan, algısına kişilik ve kimliksel süzgeçle sorgulayarak ulaşmalıdır. Eğer bu şartlarda ulaşmamışsa sanal bir algı oluşması kaçınılmaz olur. Yaşam şekli ve durumunu sorgulama ihtiyacı duymadan her algıya açık olan bir insan, sanal dünyada algıdan algıya sürüklenip duracaktır. İkna olduğunu veya olmadığını bile bilmeyecektir.

İkna yolu her zaman zorlu ve karanlıktır aslında. Yolu, kendi inanç değerlerinin sağladığı enerji ile mantığı aydınlatacaktır; ama duyulardan gelen verilerin şiddetine kulak asılmadan da durulmayacaktır. Doğru ve yanlışın kol kola gezdiği bir algı ortamında itiraz etme gücünün azlığı, iknanın sanal olmasına yol açacaktır. Bireysel donanım farkının etkin olduğu durumlarda, yaşamını sorgulayarak düzenleyen insana yöneltilen her türlü algı yöntemi önemsiz olacaktır. Sadece kendi bahçesine çekmek için yem atan bir algı bezirganı, hedef kitleyi tavuk gördüğü sürece biraz ötede kendi kendine mırıldayan etkisiz ve anlamsız bir duyu eylemcisi olmaktan öte geçemeyecektir.

Algılama, davranış bilimlerinin konuları arasında önemli bir yere sahiptir. “İmage maker” olarak tanımlanan profesyoneller, aslında temsil ettikleri kişilerin kamuoyu nezdindeki algılarının etkinliğini sağlamak için vardırlar. Bilgi, diksiyon, giyiniş, davranış, beden dili ve ses tonunun algıyı ne kadar değiştirdiği gerçeği bilinmektedir. İlgi çekmek mi? İkna etmek mi? sorularının cevabı ne olursa olsun, algı yönetiminde her ikisinin de etkisi büyüktür. Bazen çok ilgi çekmiş gibi görülen bir iletişim türü, beklenen algıyı sağlayamaz. Bazen ise ikna etme amacıyla olmadığı halde ufacık bir sempatik davranış, hem algıyı hem de iknayı sağlama gücüne sahip olur. Duygusal olarak algılanan her etkinin altındaki gerçekliğin en etkili algı malzemesi haline geldiği ortamda, sanallığın etkisi saman alevi gibi çok kısa sürecektir. Söylenen veya yapılan sahte şirinlik ve saygısızca etkiler, ne iknayı ne iletişimi ne de algıyı istenen seviyeye getiremediği çok çabuk görülebilecektir.

Algı yönetiminin hedefi tembel ve hayal gücü yüksek, sorgulamayan sağ beyindir. Kolay cevap verilen, herkesin evet diyeceği konuların tekrarında bir karmaşıklık olmadığından, beynin sağ tarafı rahatlıkla onay verip ikna olabilecektir; ama sol beyin, bilgi derinliğinin gücü ile söylenmeyen hayır denecek konuları düşünecek ve algı amacına ulaşamayacaktır. Sadece evet demeye yönelik söylemlerin yaratacağı algı, bir şartlanmadan öte geçmeyecektir. Günümüzde gerçekleştiğini gördüğümüz sadece “evet” denecek söylemlere muhatap olanların ikna olmalarına karşın, söylemleri sorgulayarak kendi algısını gerçekleştirenler için sol beyinleri, ikna olmalarını engellemektedir. Çünkü söylenmeyen çok daha önemli konuların, çuvala sığmadığı fark edilmektedir.

İkna tanımının “önceden belirlenmiş sonuçlara ulaşmak amacıyla, bilinçli olarak, bireylerin seçimlerini değiştirme amaçlı iletişim” olması, iletişimin ikna yolunu açan greyder olduğunu gösterir. “İletişim, karşı tarafı bir fikri, düşünceyi veya davranışı kabul etmeye veya desteklemeye yönlendirmeyi amaçlar” bilgisi ise iletişimi algı ile bütünleştirir; çünkü algı.duyu organlarının fiziksel uyarılmasıyla oluşan sinir sistemindeki sinyallerdir.

Algı & iletişim & ikna, bir birleriyle çok iyi geçinen üçüz kardeştirler. İkna biraz dik başlı ve asidir; ama algı ve iletişimin yumuşak ve güçlü dokunuşları iknayı sofraya oturtacak güce sahiptirler. Birinin eksikliği, diğerlerini rahatsız ettiğinden; bütüncül bir kardeşlik, her zaman insan hayatında çok önemli rol oynamaya devam eder.

İnsan, hayatı boyunca önce kendi ile iyi iletişim kurarak ikna olduğunda; mutlu olacağı bilinciyle kendini ikna edemediğinde, kimseyi ikna edemeyeceği bilincine kavuşmalıdır. Üçüz kardeşlerin, yaşamda yoldaş olduğu unutulmamalıdır. Danışılan, güvenilen, dinlenen konumdadırlar. Sorgulayarak kendi doğrularının aydınlattığı yolda, kendini ikna eden insanın özgüvenli davranışları, kimliğini yansıtacaktır. Sadece algı değiştirme girişimlerini püskürtecek kadar farkındalık düzeyine sahip olmak, her zaman yaşamın rehberi olmalıdır.

Ahmet Bayındır

Eğitim ve Davranış Bilimci

İlişki ve Evlilik danışmanı

Yaşam Koçu

ahmetbayindir@gmail.com

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.