Zıtlıklar, Yaşamın Enerjisi mi?
Toplumsal anlayışta çocukluktan başlayarak gizli bir beklenti vardır; -“Her şey iyi ve güzel olmalı.” Toplumsal değerlerin öğretilerindeki bu beklenti, nedense sadece olumlu ve mutluluklar üzerinedir. Beklentilerden zor çıkıldığı için hayatın görünmeyen ters yönlerinin sözü bile edilememektedir. Sanki hayata sadece mutluluk veya olumlu şeylerin tanıklığı için geldiğimiz, bilinçaltımıza işlenmektedir. İleriki hayata yüklenen anlam karşılık bulmadığında ise -“Neden?” diye başlayan isyan hisleri, yaşamla olan çatışmayı arttırmaktadır. Gerçekleşen hayat beklentilere uygun olduğunda iyi, olmadığında ise ortaya çıkmakta gecikmeyen isyan hissinin hayatın tadını kaçırmaya başladığı, farkına varılmaz. Toplumsal öğretilerde nedense olumsuzluk ve mutsuzlukların da olabileceğinden söz edilmez! Sanki insanlar sadece mutlu, başarılı, zengin, patron, hükmeden ve sağlıklı olmak zorundalar. Dünyaya sadece mutlu olmaları için gelmeleri gerekiyormuş gibi algılanmaktadır. Böyle olursa hayatın devam edebileceği algısı, gariptir. Kimsenin kendine layık görmediği mutsuzluk, kura sonucu mu şansa çıkmaktadır bilinmez! Oysaki biraz yüksekten bakıldığında, yaşamın “zıtlıklar yumağı” olduğu apaçık görülebilecektir. Mutsuz, başarısız, yoksul, hükmedilen, sağlıksız ve kötü olunca hayat yaşanmaz gibi oluşturulan algı bilinçaltına verildiği için toplumsal ve bireysel travmaların ardı arkası kesilmemektedir. Hiçbir şeyin aralıksız devam etmediği gerçeği algılanmadıkça; evrenin zıtlıklar hiyerarşisi anlaşılamayacaktır.
Mutsuz olunca -“Neden mutsuzum?” cümlesinin negatif enerjisi, -“Nasıl mutlu olurum?” gücünü engellediği sürece; başka bir hiyerarşi kuralı olan “olana teslim olma” algılanamayacaktır. Oysaki insanın kendi ile başlayan kabul süreci, ulaşamadığı şeye ulaşma sürecinin ilk anıdır. Yaşamın “Her şey olduğu gibidir.” hiyerarşisi gerçekleşirken kimseden izin almadığı gerçeğinin algılanamaması, olana direnme enerjisini tetikleyecektir; ama algılandığında her şeyin terse dönme eğilimiyle var olduğu anlaşılabilecektir.
-“Sadece mutlu olmak için yaşamalıyım.” garabetinin davranışlara yansımasıyla ortaya çıkan olumsuzluk, hayatın gerçeklerinden uzaklaştırır. Zıtlığın, yaşamın döngü enerjisini doğurduğu algılanmadıkça; mutluluğun zıttı olan mutsuzluk, bir köşede sahipsiz kalsa da gerçekleşmeye devam edecektir. Oysaki olumlu şeyler olduğu kadar olumsuzluklar da olduğunda, doğanın dengesi sağlanabilecektir.
Aslında yaşamın en görülen yerinde, hiç de farkına varılamayan bir yazı vardır; “Her şey tersiyle vardır, bir şeyin zıddı olmadan kendisi de olmaz.” diye. Bunun kabulünü becerebiliyor muyuz? Hayır. Karanlığı bilmeseydik aydınlığı bilebilir miydik? İyiyi bilmeseydik, kötünün olabileceğini düşünebilir miydik? Mutluluğu bilmeseydik, mutsuzluğu bilebilir miydik? İçtenliği bilmesiydik, yalakalığı bilebilir miydik? Gerçek olmanın doyumsuz hazzını bilmeseydik, sanal insanları fark edebilir miydik? Saygılı, herkese olduğu gibi bakan insanı fark etmeseydik, kindar ve saygısız insanı fark edebilir miydik?
Her şeyin ayan beyan görülebilir olduğunu ışık olduğu için görebildiğimizi anlamasaydık, karanlığın her şeyi kapattığını bilemezdik değil mi? Aydınlık ve karanlık kelimelerinin anlamlarından öte farklı derinliklerinin olduğunu algılamanın, yaşamın görülemeyen yanlarını anlamak olduğu algılanmadıkça; nefes alınan hayat farkına varılmayacaktır. Hayatın devinim enerjisini sağlayan döngülerden olan dinamiklerin algısı, yaşam ile barışmak anlamına gelmedikçe yaşamın kabullenilmesi zordur.
Öfke kadar dinginlik, mutsuzluk kadar mutluluk, karanlık kadar aydınlık, bilgi kadar bilgisizlik, gece kadar gündüz olmak zorundadır. Evren bu ilkelerle döngü gücüne sahip olabilecektir. İyi – kötü, güzel – çirkin, güzel söz – kötü söz, aydınlık – karanlık olduğunda ortaya çıkan zıtlaşma, tersine ulaştırmak için enerji doğurmaktadır. Isıyı gören cismin, soğuyunca genişleyen kısmının geri çekilmesinin nedenini oluşturan enerji döngüsü, tüm evrenin sabit olmadığını ispatlamaz mı? Eğer evren sabit olsaydı, ışığın aynı derecede gelmesine sebep olmaz mıydı? O zaman ışığın sürekliliği, her şeyi yakacaktı. Gece ve gündüzün oluşumundaki sırrın, aydınlık ve karanlık arasındaki enerji alışverişiyle ortaya çıkması, asla tesadüf felsefesiyle açıklanamayacak kadar derindir.
Fakirliği bilmeyene, zenginliğin ne olduğunu anlatabilir misiniz? O, hep öyle olacağını zannettiği için fakirlik aklına gelmez. Zenginliğin farkındalığı, fakirliğin bilinmesinde saklıdır. Hastalığı bilene, sağlığın kıymetini anlatmak çok kolaydır. Vücudun küçük bir yerindeki acı hissi kalmadığında algılanan sır, her şeyin tersiyle var olduğunu ve bir süre sonra terse dönebileceğini anlatmaz mı?
Siyah olmasaydı beyazı, gökyüzü olmasaydı yeryüzünü, varlık olmasaydı yokluğu, soğuk olmasaydı sıcağı, iyiler olmasaydı kötüleri anlamamız ne kadar zor ise o derin sırrı anlamamız da elbette kolay değildir. Tüm evrenin zıtlık enerjisiyle sabit kalmadığını algılamak, tüm yaşamın sunacağı zıtlıkları anlayınca mümkün olacaktır.
Yiyeceklerin ekşisi, acısı ve tuzlusu olmasaydı; tatlı ve lezzetli olanı ayırt edebilir miydik? Bir yiyeceği göstererek -“Bu yiyeceğin tadı nasıl?” dendiğinde, -“Ekşi” veya -Tatlı” denmesi elbette bir kıyasın bilinci ile verilebilecektir. Her zaman -“Neye göre?” sorusunun cevabı, bilinç ve neye dayandığına göre olduğu bilindiğinde; evrenin “zıtlıklar hiyerarşisi” algılanabilecektir.
Rastgele birine -“Geceyi tarif et.” deseniz, genellikle gündüzden başlar anlatmaya; -“Gündüzü tarif et.” deseniz, bu defa zıttı olan geceden başlar. Her an yer değiştirme ihtimalinin düşünülememesi, yaşam döngüsünün anlaşılmasını güçlendirecektir. Siyah olmasaydı beyazı, gökyüzü olmasaydı yeryüzünü, varlık olmasaydı yokluğu, soğuk olmasaydı sıcağı, iyiler olmasaydı kötüleri anlamamız zorlaşmaz mıydı? Yiyeceklerin ekşisi, acısı ve tuzlusu olmasaydı; tatlı ve lezzetli olanı ayırt edebilir miydik? İnsan varken hayvana, melek varken şeytana ihtiyaç nedendir düşündük mü? Anlattığımız şeyi hiç bilmeyene, onun tersini anlatabilir miydik? Oysaki yaşamın döngü enerjisinin, gerçekleşen her şeyin tersi ile var olduğu algılanmadıkça hayatın derin gizemi asla anlaşılmayacaktır.
Bilmemenin derin karanlığı insan bedenini sarınca, hiçbir şeyin ne tersi vardır ne düzü. Her şey anlamsızlaştığı için hiçbir şeyin tersi de düşünülmeyecektir; ama hayatın devamına enerji kalmadığı hissedilince algılanabilecektir! Yaşam çarkının enerjisi belki de böyle sağlanmaktadır.
Elektrik enerjisinin bir sargı motorunu döndürmesindeki sır; en temel fizik kuralı olan eksi (-) artı (+) kutupların -mıknatısla- çekim gücünden yararlanılarak sağlandığı algılandığında, kutupların zıtlığının gücü anlaşılabilecektir. Gecenin en karanlık anında atan şafağın sırrını anlamadıkça; mutlu olmak için mutsuzluğu, iyiyi hissetmek için kötünün derin çıkmazını, aydınlığı algılamadan cehaletin körlüğü elbette algılanamayacaktır.
“Her şey, kimliğini tamamen zıddında bulur.” / “Siyah, siyahlığını beyaz olmadan bilemez.” / “Gece, geceliğini gündüz bitmeden giyemez.” gibi felsefi yaklaşımların, “zıtlık ve yaşam” ilişkisini ortaya koyduğu algılandığında; her şeyin tersiyle var olduğu gerçeği algılanacaktır. Zâryat Suresi / 49 : “Ve Biz, her şeyden (zıddıyla kaim kılarak) çift yarattık. Umulur ki böylece siz tezekkür edersiniz” meali, zıtlık ve yaşam ilişkisine mistik bir boyut kazandırarak derinleştirir. Bu derinlik, yaşamı yaşam yapanın zıtlıklar olduğu ve birbirinin içinden çıktığı algısıyla, her şeyin kendi zıttı ile bütünleşik halde olduğunu ortaya koymaktadır. Bir şeyin bitim sürecini, zıddının başlangıç sürecine dönüştüren güç, yaşamın ana enerjisi olmaya devam edecektir.
Ahmet Bayındır
Eğitim ve Davranış Bilimci
İlişki ve Evlilik danışmanı
Yaşam Koçu