Bilgi Yük mü, Mutsuzluk mu Yoksa Güç mü?

07.01.2024
A+
A-
Eğitim ve Davranış Bilimci, İlişki ve Evlilik Danışmanı ve Yaşam Koçu

Doğumla başlayan koşturmaca ve toplumsal kıskaç, zaman ilerledikçe daralmaya çocuğu bir şekle sokmaya başlar. Bir an önce büyüsün, ailede ait olduğu konuma yerleşsin istenir. Anlamlar karmaşıklaştıkça, tepkisel davranışlar da ortaya çıkmaya başlar. Anne, anlaşılmayan tepkileri anlayarak bebeği ile bütünleşmeye başlar. Bebeğin hangi tonda ağladığının ve el kol hareketlerinin bir anlamı çağrıştırdığını çözer.

Cisimlerin, sembollerin, seslerin anlamı olmadan ezberler gelişmeye başlar. Annenin, resimler göstererek; -“Bak bu ördek, bu kedi, bu çiçek…” çabaları, sesten bilgiye doğru bir yol açar. Seslerin kelimeye dökülme zorluğuna rağmen bebek, sembollere tepki ve mırıldamalar vermeye başladığında bilginin tezahürü başlamıştır. Gösterilen sembollerin kelimeye döküldüğü anlar, tüm ailenin bayramı olur. Aslında bireyin içinde yaşadığı topluma ilk adım attığının ifade şeklidir bu. Bilgiye ulaşmanın ilk tezahürleridir. Aile, toplum, ülke, dünya derken insan olmanın ifadesi olan konuşabilme donanımı kazanılmaya başlar. Bir şeklin adının bilinmesiyle -bilginin ne kadar değer taşıdığı, o anda anlaşılmasa da- birey olmanın yolu açılmıştır. Artık yavaş yavaş daha çok bilgiyle donanmaya başlanıldığında; yetişkin olma yoluna girilmenin hazzı yaşanırken, bilgilerin yükünün taşınmaya başlanıldığı algılanmaz!

Ailede söylenen her sözcük ve davranışın anlamı, bilgiye dönmeye başlamıştır. Kardeşlerin şakaları, hareketleri ve söylemlerine özenmeye başladığını bile anlayamadan artık ailenin bir ferdi olur çıkar. Kreş, ana sınıfı derken ilkokul başlamıştır bile. Artık çok daha fazla bilginin öğrenilme sürecine girilmiştir. Sosyalleşmeye başlanmıştır; oysaki babanın kaygısı bambaşkadır. Hayatın ilk basamaklarını çıkmaya başlayan çocuğuna; -“Öğretmenini iyi dinle” sözleri, -“Bilgileri iyi öğren ki ilerde daha iyi şartlarda yaşa” söylemleri başarı kaygısını anlatıyordur; ama baba, -“Bilgileri, çok yüklen ki başarılı ol.” demektedir. Toplumlar, kendi kültürel değerlerini eğitim ve öğretim yoluyla aktararak, bireyleri; belirli bir formasyona uygun hale getirmeyi başarı sayarlar; oysaki gerçek başarı, bireyin kendini gerçekleştirme savaşının galibi olmasıdır. Bu aynı zamanda yüklendiği bilgilerin, farkındalık düzeyini ne kadar artırdığının ölçüsüdür de.

Başarı olarak görülen donanımların elde edilmesi sürecinde öğretimin ana malzemesinin bilgi olduğu anlaşıldıkça araştırmalar yapılmalıydı. Bilgi olmadan hiçbir cismin anlamı olabilir mi? Ses, yazı, şekil ve ima ile ifade edilebilir olmasıyla bilgi; tüm yaşamın başrolündedir. Bilgi olmadan hiçbir şeyin var olamayacağı onun, rolünü gittikçe ağırlaştıracaktır. Her şeyin ifadesi, bilgi sayesinde olacaktır; ama araştırmalarda bir anlamının olmadığı tartışmaları, günümüzde bile sürmektedir; hatta daha da karmaşıklaştığı gözlenmektedir. Bazı filozofların “Bilginin ne olduğunu bilmek imkânsızdır. görüşü, bu karmaşıklığı daha da artırmıştır. Kant ve Comte gibi İdealizm ve Pozitivizm öncüleri de bu tartışmaları tırmandırdı.

Kant, “Bilginin evrensel, zorunlu ve genel-geçer olabilmesi için hem akla hem deneyime dayanması gerektiğini”, Comte ise “Doğru bilgiye yalnızca deneycilikle ulaşılabilir. Bilginin kendisi deneysel değildir.” görüşünü savundu. Elbette bir cisim, ne olduğu ortaya çıkıncaya kadar sadece görüntüdür. Görüntünün ispata ihtiyacı yoktur; ama kabulü bilgi ile olabilecektir. Cisim, ortak kabul ile bilgiye kavuşabilecektir.

Bilginin bilinmesinin olabileceğini ileri süren öğretiler, nasıl elde edileceği konusunda da iki büyük kampa ayrıldılar. Akılcılık akımın öncüleri “Genel” adı altında toplanarak bilginin doğuştan beri insan aklında var olduğunu”,  Duyumcular ise bilginin ancak “duyularımızla” elde edilebileceğini savundular. Platon ve Hegel gibi bir kısım bilim insanı da bilginin “İnsandan bağımsızlığını ve kendini kendisiyle belirlediğini ileri sürdüler. Yani bilginin kendisinin bir güç olduğu görüşü ortaya çıktı. Bu kadar güçlü olan ve ortaya çıkma aşamasında toplumun ortak değeri olan şeyin yükü de ağır olmalıydı. Acaba bilgi insana ne kadar bir yük getirecekti? Hem yük, hem aydınlanma, hem sorumluluk, hem farkındalık, hem başarı, hem mutluluk, hem de mutsuzluk mu getirecekti?

Aydınlanmanın gerçek mantığı bilgi ise onun bir özgül ağırlığının olması son derece doğaldır. Bilim insanları tarafından ileri sürülen insan fıtratının “iyi insan” olması yönündeki saptamaları, bilginin anlamını değiştirdi. “Beyinsel fonksiyonlarla depolandığı” sanılan bilginin, algısal anlamının da farkındalığı tetiklediği göz önüne alındığında; bilginin gerçek ederinin insanı değiştirdiği sonucuna varılabilecektir. Elbette değişim çok önemlidir; ama insan yoksa bir yük atına mı giriyordu? Bu yükü taşıyabilecek miydi? Taşısa bile bilgi, bireyin hangi yönde sorumluluklarını artıracaktı?

İnsan; kendi varlığı üzerinde düşünmek ve yaşamının amacını anlayabilmek için kendini bilmeye, yaşadığı dünyayı anlayabilmek için bilimsel bilgiye, doğadaki nesneleri araç gerece dönüştürebilmek için teknik bilgiye, kendisindeki güzellik ve beğeni duygusunu geliştirebilmek için sanat bilgisine ve arınmak için içsel bilgiye ihtiyaç duyacaktır. Ancak bilgi arttıkça bilinç de artacaktır. Dünyaya ne kadar duyarlı ve bilinçli bakılırsa, o kadar can sıkıcı detaylar görülecektir. Çocuk sahibi olan fakir bir aile, çok mutlu olabilir; ama o çocuğun kötü şartlarda yaşayıp, kötü eğitim alacağı bilgisiyle geleceğin belirsizliği mutsuzluk verecektir.

Bilinç düzeyi yüksek, duyarlı ve entelektüel derinliği olan insanlar da can sıkıcı detayları daha çok görüp mutsuz olacaklardır. Detayları önceden görmelerini sağlayan farkındalık düzeyleri, onları mutsuz etmeye yetecektir. Bilginin tezahürü olan farkındalık ve duyarlılıkla gördüğü, anladığı, keşfettiği, gelecekte olacakları önceden sezdiği ve empati kurduğu toplumsal durumlar huzurlarını kaçıracaktır. Komşunun yiyeceğinin olup olmadığı, sofraya oturduğunda başka çocukların aç olabileceği yükünü taşımaya başlarlar. Mutsuzluğa daha yatkın hale gelirler. Yüksek zekâları, daha çok bilgi ve donanım sağladığından; kendilerini olumsuzlara karşı daha duyarlı olmaları gerekiyormuş gibi hissederler. Duyarsız ve daha az bilgili insanlara göre ilgisinin çokluğu, onu bir kat daha yük altına sokacaktır.

Bilgili ve duygusal olanlar, daha fazla empati geliştirdiklerinden etrafın yükünü taşırlar. Gittikçe ağırlaşan yük, kaygıya ve travmaya sürüklese de kendilerini bu yükten kurtaracak beceriye de sahip olmaları aslında onların şansıdır. Olayları derinlemesine analiz etme eğiliminde olduklarından, her faaliyetleri kendilerine yük haline gelebilecektir. Bilgilerin detayına girdikçe daha derine dalıp onun felsefesine de kafa yoran insan, nasıl rahat edebilecektir? Öte yandan duyarsız, ilgisiz, bilgisiz insanların yaşam anlayışında fazla öge bulunmadığından yükleri azdır. Sadece kendi dar dünyalarında mutlu hissettiklerinden başka bir şeye ihtiyaçlarının olmadığı bilinciyle yaşamlarında kendilerini yeterli sayarlar. Yüksek bilgi donanımlı, yüksek zekâ seviyesine sahip entelektüeller; mutsuzluklarına ilaveten kendilerini yalnız ve sosyal bir izolasyonda bir fanusun içinde hissedebileceklerdir.

Bilgi ve entelektüel düzey yüksekliğinin en önemli etkisi, duyarlılık ölçüsünün sınırının bulunmamasıyla gelen her şeye ilgi duymak zorundaymış gibi hissetmeleridir. Sorumluluk duygusuyla kendilerini mutsuz hissedebileceklerdir. Bilgi, donanım ve entelektüel seviyenin bunca önemine rağmen yakın zamanda büyük bir hicapla şahit olduğumuz, akademisyen(!) bir parti mensubu; –“İyi ki ülkemizde cahiller var, başarımızı onlara borçluyuz.” diyebilecekti! Bu söylemin bir insan tarafından ifade edilebildiğine inanamıyoruz değil mi? Onun başarı dediği şey, bilinçsiz insanları kontrol etme, gütme(!) ve onlar üzerindeki hegemonyalarıdır. İnsanlık onuru ve insanca yaşamın umurlarında olmaması, maalesef ülkemizin bir gerçeği. Elbette yüksek bilgi birikimlerini geliştirmiş, donanımlı insanlar, onları sorgulayacaktı, korkusu ondandı. Her dediklerini, sorgulamadan kabul edenler olmayacaktı!

Mutsuz da olsalar, huzursuz da olsalar, her şeyi kendilerine dert de etseler, yük de etseler bilgi düzeyi yüksek entelektüel insanların, gerçek insani değerlere ulaşmaları kolaylaştığından; iyi insan olmanın mutluluğunu yaşarlar. Duyarlı, hisli, ilgili ve bilgili olmayı yeğleyip mutsuzluklarını gururla hissederler.

 

  • Ahmet Bayındır

Eğitim ve Davranış Bilimci

İlişki ve Evlilik Danışmanı

Yaşam Koçu

  • ahmetbayindir@gmail.com

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.